Fransa’da sol ayağa kalktı. Macron’un el bombası sonunda patladı

Posted by

Oradour-sur-Glane Katliamı’ndan 80 yıl sonra, orada yaşayanların izleri hala dipdiri duruyor: Sokaklar yatak çerçeveleri, bisikletler ve zaman içinde donmuş arabalarla dolu. Ve düzinelerce dikiş makinesi, en son kullanıldıkları yerde, küçük Fransız köyünün kalıntıları arasında öylece yatıyor.

Fransa’nın Oradour-sur-Glane adlı küçük yerleşiminde, müttefik orduların Normandiya çıkarmasından dört gün sonrasında yani 10 Haziran 1944’te, 247’si çocuk olmak üzere 643 sivil geri çekilen Nazi birlikleri tarafından diri diri yakıldı.

Emmanuel Macron, 10 Haziran 2024’te katliamın gerçekleştiği bölgeyi ziyaret ederek, Naziler tarafından öldürülenleri andı. Macron ziyareti sırasında yaptığı konuşmada “Tarihimizle yüzleşmeliyiz” dedi ve yıkıntılar arasında yürümeye koyuldu. Nazi katliamının izlerini büyük bir hüzünler izlediği sırada Fransız Le Monde gazetesinden bir muhabir, onun bir iş adamıyla konuşmasına kulak misafiri oldu. Muhabirin aktardığına göre Macron, mütebbessim bir çehre ile muhatabına sessizce “Pimi çektim ve bombayı ortaya bıraktım, şimdi bunu nasıl savuşturacaklarını görelim” dedi.

İşgal altındaki Fransa’da Naziler tarafından gerçekleştirilen en büyük sivil katliamının yapıldığı bu yerde Macron’un kaba ve savaş yanlısı sözlerinin medyada yer almasından sonra Fransa ve dünya kamuoyunda infial yarattı. Söz konusu infiali daha iyi anlamak için zamanda geriye gitmeliyiz…

9 Haziran’da, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Marine Le Pen’in aşırı sağcı partisi RN (National Rally) karşısında ezici bir yenilgi aldıktan bir saat sonra Macron, beklenmedik bir şekilde Ulusal Meclis’in feshedildiğini duyurdu.

Macron, bu beklenmedik çıkışının nedenini “güven tazeleme” olarak nitelendirdi. Macron, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupa’daki seçimlerinin daha da derinleştirdiği soldaki derin bölünmelerin tıpkı 2017 ve 2022’de olduğu gibi aşırı sağa karşı tek alternatif haline getireceğini umuyordu. Fakat yanıldı…

Macron’un açıklaması Fransız solunun yeniden canlanmasına giden yolu açtı. Aşırı sağcı bir parlamento çoğunluğu ve başbakan riskiyle karşı karşıya kalan 25 sol parti seçimlere birkaç gün kala Yeni Halk Cephesi İttifakı’nı (Nouveau Front populaire) kurdu.

Yeni ittifakın adı, Büyük Buhran’ın ardından ve Avrupa genelinde faşist rejimlerin yükselişine bir tepki olarak bir araya gelen sol ittifakı hatırlatıyordu. Bilindiği üzere Büyük Buhran sonrası oluşan ittifak 1936’dan 1938’e kadar Fransa’yı yönetmişti. İttifak bu dönemde ücretli tatil izni ve 40 saatlik çalışma süresi gibi sosyal zaferler elde etti. İşte bundan 80 sonra Halk Cephesi, Fransız solunun siyasi mitolojik kahramanı tekrardan hortladı.

Halk Cephesi’nin hatırası Fransa’da o kadar güçlü ki 9 Haziran günü saat 22:15’te, Macron’un fesih kararını açıklamasının üzerinden iki saat bile geçmeden radikal solcu France Unbowed Partisi vekillerinden Francois Ruffin tarihi sloganı paylaştı ve kısa sürede etkileşim rekoru kırdı. Ruffin, X adlı sosyal medya platformundan yaptığı paylaşımdan yaklaşık 10 dakika sonra canlı yayına çıktı ve şunları söyledi: “Bu saçmalığı bir son verelim: Tarih bize 1929 krizinin Almanya’da Nazizme, Fransa’da ise Halk Cephesi’ne yol açtığını gösteriyor.”

O gece ve ertesi gece, Paris’teki Place de la Republique’de toplanan yaklaşık 3.000 sol görüşlü aktivist, Fransa soluna birlik çağrısında bulundu. 18 yaşındaki lise öğrencisi Juliette, muhabirin uzattığı mikrofona “Bu gece Halk Cephesi benim en büyük umudum” derken, annesi de aynı onu destekleyerek “Bunu daha önce de yaptılar; yine yapabilirler!” dedi.

Fransız solunun Halk Cephesi bayrağı altında toplandığı vakitlerde Fransa küresel bir ekonomik ve mali krizle boğuşuyordu. O zaman da şimdi olduğu gibi Fransa kendi içinde radikal sağ hareketlerin ve doğuda totaliter rejimlerin yükselen hırslarıyla mücadele etmek zorundaydı. Kıyaslanacak olduğunda şimdiki ahval ve şerait ile tam bir paralellik arz ediyordu.

1936 yılı tüm dünyada olduğu gibi Fransa’da da inanılmaz derecede zorlu geçiyordu fakat dönemin meşhur şarkıcısı Maurice Chevalier “Herkes için mutluluk var” diye şarkı söyleyebiliyordu. Meslektaşı Charles Trenet de aynı fikirdeydi, onun şarkısının güftesinde ise şu dizeler yer alıyordu: “Eyfel Kulesi gezintiye çıkıyor ve çılgın bir kadın gibi ayaklarını Seine Nehri’ne sokuyor. Umut var, umut var!”

New Lines verdiği demeçte ilginç yorumlarıyla dikkat çeken Antoine Jourdan, Halk Cephesi’nin neşesi ve iyimserliğinin kaynağı olarak “marasmus”u gösterdi. Marasmus hem çocuklarda ciddi yetersiz beslenme hem de derin bir ilgisizlik anlamına geliyor. Jourdan’a göre Fransız halkı 1930’ların başında her ikisinin de belirtilerini gösteriyordu.

ABD’yi dize getiren Büyük Buhran’ın Fransa’ya ulaşması iki yıl sürdü. Ülkede gelir hızla azaldı, işsizlik arttı ve 1932 seçimleri sonrasında masrafları kısmaya kararlı bir hükümet başa geçti. Fakat yeni hükümet de yaraya merhem olamayınca ülkede ciddi bir istikrarsızlık baş gösterdi: 1932 ve 1933 yıllarında yarım düzineden fazla kişi başbakanlık koltuğuna oturdu. 1934 yılına gelindiğinde her 6 erkek vatandaştan 1’i işsizdi.

Aşırı sağcı birlikler ve kralcılara göre yaşananların tek sorumlusu parlamenter hükümetti. 6 Şubat 1934’te, Hitler’in Berlin’de iktidara gelmesinden bir yıl sonra, sağcı paramiliter gruplar Paris’te hükümeti devirmeye yeltendi. Kralcı Action Francaise’in şok birlikleri Camelots du Roi, parlamento binasına girmeye çalışsa da Place de la Concorde’da polis tarafından durduruldu. 14.000 kişinin katıldığı protesto kısa sürede 16 kişinin öldüğü ve yaklaşık 1.500 kişinin yaralandı bir isyana dönüştü. Evet, Halk Cephesi gerçekten korkudan doğmuştu ama elindeki birlik tohumlarını tabana atmayı başarmıştı.

Geçen ay, Macron’un mecli feshedilmesinden sadece 10 saat sonra, genç seçmenler, sol kanat liderlerinin olası birliği görüşmek üzere bir araya geldiği Yeşil Parti Genel Merkezi’nin önünde kamp kurarak “Anlaşma yapın!”, “Bize ihanet etmeyin!” sloganları attılar. Saatler süren müzakerelerin ardından, 10 aydır bir arada görülmeyen en büyük dört sol partinin liderleri nihayet kapıda belirdi. Yavaş adımlarla kapıya gelen Yeşiller Partisi lideri Marine Tondelier “Başardık!” diye haykırdı. Bu haykırış ülkenin diğer ucunda, Marsilya’da aksiseda buldu. Marsilya’daki solcu aktivistler “Halk Cephesi için ellerinizi kaldırın!” sloganları atmaya başladı.

1934 ayaklanmalarından sonra, tabandaki solcu militanlar da partilerinin liderlerine çağrıda bulunarak birlik için yalvarmışlardı. Şimdikinden farklı olarak, yasama seçimlerine kadar önlerinde üç hafta değil iki yıl vardı. Ancak karşıt partiler arasındaki uçurum ölçülemeyecek kadar genişti.

1934’deki olaylarda yıllardır “kardeş düşmanlar” olarak varlıklarını devam ettiren Stalinistler ve komünistler, tıpkı bugün olduğu gibi birleşmiş ve ortaklaşa “Birlik! Birlik!” diye attıkları sloganlarla Fransa’yı inletmişlerdi. Komünistlere göre “sosyal faşist” olan Stalinistler ile Stalinistlerin “sosyal hainler” diye yaftaladığı gruplardan gelen birlik talebi sadece Fransa’da değil bütün dünya solunda ciddi bir kırılma yarattı. İlk Halk Cephesi hükümetinin lideri Leon Blum, yıllar sonra yayınladığı hatıratında o günleri şöyle anlattı: “İki cephe arasındaki fark ikincisinde azaldı ve hepimizi aynı endişe sardı. … İki cephe şimdi karşı karşıyaydı ve her taraftan aynı çığlıklar yükseliyordu. Aynı şarkılar hep bir ağızdan söyleniyordu. Eller sıkıldı. Ön saflar birleşti. Bu bir çarpışma değil, kardeşleşmeydi.”

1934 ayaklanmaları, ayrılığın riskleri konusunda Fransa kamuoyuna “uyandırma çağrısı” işlevi görmüştü. Liderlerin ve aktivistlerin sol partilerin bir araya gelmekte başarısız olduğu doğuya bakmaları yeterliydi: Komünist Parti, Hitler’in Reichstag’a girmesinden sadece bir gün sonra yasaklanmıştı ve 1934’e gelindiğinde siyasi muhalifler Dachau Toplama Kampı’na gönderilmişti.

Fransa’da 1932’den beri iktidarda olan “sol kartel” ayaklanmaların ardından yıkıldı. Almanya’nın ibret verici bir öykü olmasıyla birlikte Fransa’nın “sosyalistler, komünistler ve radikal demokratlar arasında yeni bir ittifakın laboratuarı” haline geldi. Çıkacak sonuç bütün dünyayı ilgilendirdiğinden dünya solu bütün dikkatini Fransya çevirdi.

İlk olarak Mart 1934’te kurulan Antifaşist Entelektüellerin Uyanıklık Komitesi (Comité de vigilance des intellectuels antifascistes – CVIA) ortaya çıktı. Vigilance adıyla yayınladıkları bültenle isimlerini Fransa sathına yaymayı başararak yıl sonunda 6,000’den fazla üyeye sahip oldu. Jean Vigreux, Histoire du front populaire adlı kitabında (Bu kitabın hala Türkçemize kazandırılmaması Türk solu için büyük bir ayıp olsa gerekir) kitabının yazarı tarihçi Jean Vigreux verdiği bir demeçte söz konusu komite hakkıda şu yorumda bulundu: “Entelektüeller 1934’te üç solcu ailenin birleşmesinde kilit bir rol oynadılar. Ve 2024’te de öyle olmalılar.”

Yeni Halk Cephesi görüşmeleri başladığından bu yana yaklaşık 30 röportaj veren Vigreux, “Şimdi çekingenliğin ya da fildişi kulelerin zamanı değil” açıklamasını yaptıktan sonra Fransa’yı geçmişine sırtını dönmemeye ve aşırı sağa karşı bir ittifak kurmaya çağıran imza kampanyasına katıldı. Vigreux, Le Pen’in Avrupa seçimlerindeki büyük zaferinin bu eski refleksleri yeniden harekete geçirdiğini belirttikten sonra “Anti-faşist ittifak umutlarının yeniden canlanmasını sağladı” diyor.

1934 yazında Avrupa genelinde radikal sağcı rejimlerin artan popülaritesi karşısında alarma geçen Sovyetler, sosyal demokrasiye ve parlamenter hükümete karşı düşmanca tutumunu terk etmeyi seçti. Fransız Komünist Partisi’ne de sosyalistlerle görüşmelere başlaması talimatı vererek Halk Cephesi adı ilk kez Fransa’nın komünist gazetesi L’Humanite’de yer aldı.

Blum bu çağrıya sosyalist Le Populaire gazetesinde yanıt verdi ve “Demokrasi dediğimiz şeyin temelini oluşturan bir dizi özgürlüğü savunacağız” sözünü verdi. 1935’te, Fransa’nın en popüler partisi olan merkez sol Radikal Parti de onlara katılınca Halk Cephesi adeta uçuşa geçti.

14 Temmuz 1935’te komünistler, sosyalistler ve radikaller, yaklaşık 500.000 sempatizanı bir araya getiren birleşik bir protestoda buluştu. Halk Cephesi, Fransız Devrimi’nin kilit anlarından biri olan 1789 Bastille Baskını’nın yıldönümü gibi oldukça sembolik bir tarihte, Nazi katliamının yaşandığı Place de la Concorde’da doğdu. Paris’te ve ülke genelinde katılımcılar dev pankartlarda yazılı ortak bir yeminin altına imzalarını attılar: “Silahsızlanmak ve hizipçi birlikleri dağıtmak, demokratik özgürlükleri savunmak ve geliştirmek ve barışı sağlamak için birlik olmaya yemin ediyoruz!”

Bu tarihi yürüyüşten, ekonomik krizden ve ana kampanya argümanı katı bir anti-komünizm olan sağdan tutarlı bir alternatifin yokluğundan güç alan Halk Cephesi, 1936 baharında yapılan parlamento seçimlerinde açık bir zafer kazandı. Blum, Fransa’nın ilk sosyalist başbakanı ve bu göreve gelen ilk Yahudi olarak tarihe geçti.

Blum daha hükümetini kuramadan bir dizi grev ülkeyi altüst etti. Yıllardır süren toplumsal hayal kırıklıkları ve Halk Cephesi’nin zaferinin yarattığı büyük umutlar ülkeyi durma noktasına getirdi. Grevlerin hızı ve büyüklüğü parti liderlerini ve sendikacıları bile hayrete düşürdü. Mayıs ve Haziran 1936’da 12.000 grev yaklaşık 2 milyon işçiyi bir araya getirdi. Bazıları iş bırakırken diğerleri ise günlerce fabrikalarında oturdu.

Leon Troçki o zamanlar oldukça iyimser bir şekilde “Fransız devrimi başladı” diye yazmıştı. Bu devrim kısa sürede ülke çapında kalabalık bir destekçi grubuna sahip bir partiye dönüştü. İşçiler kılıktan kılığa girerek Maurice Chevalier’nin sıcak sesi eşliğinde fabrika zeminlerinde dans ettiler. O zamanlar 27 yaşında olan filozof Simone Weil da işçilere katıldı ve sendikalist dergi La Revolution Proletarienne’de “Aylar ve yıllar boyunca eğilip büküldükten, her şeye sessizce katlandıktan sonra, bu grev nihayet ayağa kalkmaya, sırası geldiğinde konuşmaya, birkaç günlüğüne de olsa insan gibi hissetmeye cesaret etmektir. Bu grev başlı başına bir sevinçtir. Saf, katıksız bir sevinç!” diye yazdı.

Diğer taraftan ülke geneline yayılan işçi eylemleri işe yaradı. O yaz Deauville, Nice ve diğer Fransız tatil beldelerinin üst sınıf tatilcileri dehşete kapıldı. Trenlerin ucuz kompartımanlarından deniz kenarına inen kalabalıklar, ilk ücretli tatillerini yapan işçilerdi ve biletlerini havada sallıyorlardı.

Halk Cephesi, Henri Cartier-Bresson ve Robert Capa’nın fotoğraflarında ölümsüzleşen o yazın anısına sıkı sıkıya bağlı kaldı. Fakat her şeye rağmen Halk Cephesi’nin oldukça trajik bir sonla karşılaştığını unutmamamız gerekiyor.

Zaman içinde Halk Cephesi, Radikal Parti’ye bağlılığını giderek kaybetti. İspanya İç Savaşı hız kazandıkça, ittifak da Fransız müdahalesi meselesi yüzünden parçalandı. Halk Cephesi hükümet kurmakta zorlandı. Çünkü Fransız sağı grevlerin ardından daha saldırgan hale geldi. Almanya ile savaş 1939 yazında yaklaşırken, üst sınıftan kişilerde Halk Cephesi’nin tekrarından ziyade Hitler’in tercih edildiğini duymak yaygındı.

Almanya, Haziran 1940’ta Fransa’yı işgal ettiğinde Mareşal Philippe Petain’e parçalanmış bir Ulusal Meclis tarafından tam anayasal yetkiler verildi. Komünist Parti, Fransa’da kısa süre içinde yasadışı ilan edildi. Bu Fransız solu için 1934’teki Action Francaise Ayaklanmaları’ndan bile zor bir sınavdı.

76 yaşındaki tarihçi Danielle Tartakowsky, “1930’ların Halk Cephesi siyasi bir bayrak yarışıydı. Tabandan tepeye doğru ilerliyordu” diyor. Şubat’tan Haziran 1934’e kadar süren “Komiteler Baharı” sivil toplum girişimlerinin hızlanmasıyla ittifaka Fransız halkı arasında bir dayanak sağladı. Tartakowsky’ye göre “bu seferberlik”, Halk Cephesi’nin iktidara geldikten sonra da yaşayabileceği, “yeraltında, ülkenin dört bir yanındaki direniş hareketlerinde varlığını sürdürebileceği” anlamına geliyordu.

Şimdi başa dönecek olursak Macron el bombasını fırlattı ve Fransız solu artık sıfır noktasında. Tartakowsky’ye göre asıl soru sadece Yeni Halk Cephesi’nin bu Pazar yeterli oyu alıp alamayacağı değil, aynı zamanda solun seçimden sonra da birlik içinde kalıp kalamayacağı.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir